11/18/2010

Sayfalar

Boynumun ağrısı bütün vücuduma yayılmıştı. Bütün gücümü toplamak istiyordum. Elimden geldiği kadar sayfa geçmiştim hayatımda. Bir sayfa daha istiyordum sadece. Yeni, bembeyaz ve umut dolu. İnsanların ilgilenmediği, umursamadığı insan olmak istiyordum gene. Kimsenin karalamasını, yırtmasını istemiyordum eski yırtılmış, yıpranmış sayfalarım gibi.

Dışarıdaki soğuk giderek artıyordu. Hayatım boyunca ısıtmasını beceremediğim ellerim ve ayaklarımdaki titreme kontrolümden çıkmak üzereydi. Nasıl yaptığımı hala hatırlayamadığım kahvemin sıcaklığı sayesinde vücudumu az da olsa rahatlatıyordum. Şimdi önümdeki kitaba konsantre olabilirdim. Belki de yeni bir sayfa açabilirdim hayatımda uzun bir zamanın ardından. Bunun heyecanı bile içimdeki sıcaklığı daha da arttırmamı sağlıyordu.

Boynumu az da olsa kaldırmayı başardım ve sayfaları çevirmeye başladım. Ne kadar çok hata yapmışız hayatımız boyunca? Ne kadar çok etkilemişiz başkalarının hayatlarını? Kalbimizin derinliklerinde tutmakta zorlandığımız bu anıları beynimizin içerisinde ne kadar rahat tutabiliyoruz. İnsanlara ne kadar rahat anlatabiliyoruz bu olayları. Sayfaları çevirmeye, daha da derine inmeye başlayınca nasıl da utanıyoruz kendimizden, üzdüklerimizden. Nedense güzel anıları görmüyoruz o zaman. Sadece üzülüyoruz, sadece ağlıyoruz başka insanlara bakıyoruz ve onları kıskanıyoruz. Güzel anıları yok ediyoruz zihnimizden. Sert bir şekilde silgiyi vuruyoruz ne kadar bastırarak yazsak da. Peki, neden kötü anılar için bu kadar uğraşmıyoruz?

Uğraşmıyoruz çünkü sevilmek istiyoruz. Mutsuzluğumuzu, yaşadığımız kötü tecrübeleri anlatmaktan zevk alıyoruz. Karşımızdakinin gözlerinin içine baka baka anlatıyoruz dertlerimizi. Bazen o insanın derdini bile unutabiliyoruz. İnsan bencilliğinin sınırlarını zorluyor. Her geçen dakika daha da bencilleşiyoruz. Farkında olmadan ruhsal cinayetler işliyoruz. Kalp kırıyoruz, üzüntümüzü insanlara yayıyoruz. Peki, ne uğruna? Sırtımıza konacak bir el, yanağımıza değecek bir dudak için mi? Veya bugüne kadar çoğu kez duyduğumuz ama şımarıklığımız yüzünden duymaktan bıkmadığımız sözcükleri duymak için mi?

Boynumun ağrısı git gide artıyordu ancak vaz geçmek gibi bir lüksüm yoktu. Sayfaları çevirmeye başladığımda onunla karşılaştım. Çok eski bir yazı değildi. Yeni şekillenmeye başlıyordu zihnimin derinliklerinde. “Neden böyle davranıyorsun?” yazıyordu. Okumayı bıraktım. Bu sorudan sıkılmıştım. “Çünkü bencilim, insanım” diyemedim. Demek istemedim. Gerçeği söylemek ne kadar zor geliyordu insana haberiniz var mı? İnsanın kendisi ile böyle bir şey paylaşması ne kadar zor biliyor musunuz?

Başkalarından farklı olduğumu biliyorum. Bunca yaşanmışlığın içerisinde kendime kolay yer edineceğimi de biliyorum. Size cevap vermese bile, hayattaki varlığınızı umursama bile o sayfaları dolduracak bir insanın varlığı dahi içinizi umutla dolduruyor. O sayfaların hiçbir zaman boş kalmayacağını biliyorsunuz.

11/03/2010

Dakikalar

Dakikalar birbirini kovalıyor ve biz hala yalnızız. Yalnız olduğumuzda dakikaların nasıl geçtiğini daha iyi anlıyoruz. Anladığımız zaman fark ediyoruz ki çok yaşlanmışız. Ne tesadüf ki bunu bütün yalnızlar yapıyor. Kaç yaşında olursa olsun yaşlandık, bizden geçti artık diyorlar. Dalgaya vuruyoruz o sırada hayatı. Yaşlanmak sadece yaş ile mi belirleniyordu?

Yoksa düşüncelerimiz, olaylara bakış açımızla mı yaşımızı belli ediyoruz. Yaş diye bir kavram var evet. Doğduğumuz günü kutlamaya başladığımızda veya yeni tabir ile Facebook ta duvarımıza “iyi ki doğdun canıms” yazılmaya başlandığında doğum günümüzü kutlamaya başlıyoruz. Her sene bir kere bu ritüele alet oluyoruz. O gece 24.00’dan sonra da günü geride bırakıp normal insanların arasına katılıyoruz. Peki, gerçekten şu an bulunduğumuz yaşta mıyız?

Tecrübeler işte tam burada devreye giriyor. Hayatınıza giren insanlar, o insanların size yaptıkları veya sizin onlara yaptıklarınız. Kısacası üzerine düşünüp ders çıkarabildiğimiz bütün olaylar size tecrübe olarak geri dönüyor. Bu dönüş içerisinde yanlışlarımız ve doğrularımız birbiri ile çelişiyor. Kimisine göre doğru yaptığımız bir hareket, kimisine göre yanlış algılanabiliyor. Pek,i bu durum da algıların birbirileri ile olan farkları ile mi alakalı? Bana göre değil. Gene tecrübe burada devreye giriyor. Bir konu üzerine yorum yapacağımız vakit; yorumun tabanını tecrübelerimiz oluşturuyor. Bazen “başıma aynısı gelmişti” derken bazı zamanlar da bizim yaşadığımız bir olay olmasına rağmen “bir arkadaşın başına” diye cümleye başlıyoruz. Pek bir farkı yok aslında. Tecrübelerimiz yorumunuzu oluşturuyor. İlk adımınızı öyle atıyorsunuz.

Sonraki adımları algılar belirliyor. Eğer ki karşınızdaki algılarını tamamen açmış bir şekilde sizi dinlemeye başladıysa, algılar arasında çatışma da başlayacak demektir. Çatışma ortasında kalacak da yaşanılan olayın karakterleri olacaktır. Belki siz, belki de bir arkadaşınız.

Belki de o insanlar işte bu yüzden “artık yaşlandık hafız” şeklinde konuşuyorlar. Biyolojik yaşları her ne kadar tersini söylese de. Böyle anlarda dakikaların nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Duvardaki saate her tık ettiğinde baksanız dâhi, o saat sizin için inanılmaz derecede hızlı ilerliyor. Boş vermiş bir şekilde baksanız da, bütün dikkatinizi ona verseniz de zaman geçip gidiyor. Son 10 dakika neler yaptığınızı hiç düşündünüz mü? Peki, o son 10 dakikanızda yaptıklarınız sizi tatmin etti mi?

Herkese kötü davranıyordu. Hiç kimsenin yanında olmasını istemiyordu. Sadece kendisi olacaktı. Sadece tek başına kaldıracaktı dünyanın bütün yükünü. Gözleri kan çanağı gibiydi ve giderek yaşlarına teslim oluyordu. Yalnızlığın altından kalkabileceğini zannediyordu. Yalnızlığın kendisi için bir ilaç olacağını. Başkaları için intihar sebebi olan bu kavram onun kurtuluşu olacaktı. Duvardaki saatine uzun zamandır bakmıyordu. Hatta varlığını bile unutmuştu. Başını yavaş yavaş yukarıya kaldırdı saatine bakabilmek için. Saatine baktıktan sonra gözyaşlarına hâkim olamadı ve yere yığıldı. Bir eli ile ağzını kapatıyor, diğer elini yumruk yaparak yere hızlıca vuruyordu. Zamanın daha çabuk geçmesini istiyordu. Oraya oturduğundan beri belki de günler geçmişti. Ama onun için saat her zaman 10 dakika öncesini gösterecekti. 10 dakika öncesinde yapmıştı en büyük hatalarını. Bom boş bir odada günlerce tek başına oturarak her şeyin daha çabuk unutulacağını düşünüyordu ama olmadı. Güne yeniden başlamak istiyordu. Artık gün eskisi gibi parıldamıyordu odasında.