11/13/2008

Bir Hatanın Anatomisi

Umut kimimize göre gerçek kimimize göre boş bir beklenti gibi gelir. İki davranış biçimine de karşı çıkamıyorsunuz. Ne zıtlar ne de birbirlerine benziyorlar. Tek ortak noktaları tek bir şeye inandıklarıdır.

Sokaklarda tek başınıza dolaşmayalı ne kadar oldu? Günler, aylar... Belki de seneler... Tek başınıza çıkmaktan korkuyor musunuz yoksa? Karşınıza çıkacak bir vitrin camından kendinizi gördüğünüzde neler hissedeceksiniz acaba? Tek başına, çaresiz ve üzüntülü bir karakter. Hayatın peşinden koşmak yerine yaptığı hataların farkına varıp içine hapseden bir mahkum.

İnsanoğlunun en temel özelliklerinden birisidir hata yapmak. Sadece insana özgü değildir elbette. Bizi en çok ne üzebilir açıkçası tahmin bile edemiyorum. Karşınızdakinin büyük bir hata olduğunu anlamak mı yoksa karşınızdakinin sizin tamamen bir hata olduğunuzu söylemesi mi? İkisi de etkiliyor bünyeyi. Sarsıyor bedeni travma eşliğinde. Kafanda kurduğunu senaryolar su yüzüne çıkmaya başlıyor. “Ya onu kaybedersem?” diyorsun uzun bir aradan sonra. Yaklaşan gün ışığı seni daha da tedirgin ediyor. Yeni bir gün düşüncesi ne kadar soğuk geliyor, ne kadar acımasız hissettiriyor. Hatanın farkına varabilmek için kendini bugüne kadar hiç olmadığı kadar zorluyorsun. Sonuç kocaman bir boşluk. Dakikalar geçiyor saatler yaklaşıyor ve sen hala cevabı bulamadın. Neden mi?

Hata sende değil çünkü. Paranoyak kovalamacalar eşliğinde geçen saatler sana gün ışığının enfes lezzetini tattırırken fark ediyorsun. Hayır, suç sende değil. Senin de suçlu olduğun anlar oldu ama bu an değil. Senin hatan; geçmişte yaptığın hatalardan ders çıkarmamak. Hataları yaşadıktan sonra yenilerinden korkmak yerine cesurca üzerlerine gidebilseydin gece boyunca yaşadığın korkunç dakikaları yaşamayacaktın. Ne yapman gerektiğini bilecektin belki de sıcak yatağına uzanıp güzel rüyalar görecektin. Hayatımız boyunca yaptığımız hatalar aslında birer ders gibidir. Derse girip girmemek senin elinde. Sıkılırsa bu hayattan, yaşadıklarından kısacası aynı hatayı daha önceden yaşadıysan o derse girmezsin. Aynı şeylerin tekrar anlatılması canını nasıl sıkarsa aynı hesap.

Her zaman kurtuluş yolunu gökyüzünden beklemeyeceksin. Belki yağmur yağar ve içimdeki kötü düşünceleri alıp götürür martavalına çok inandım işe yaradığı anlar da oldu. Yağmurun yüzüne değdiği her an kendini onun yerine koyuyorsun. Tek bir damla ve yok oluyor. Hayat da böyle mi gerçekten? Bulutların arasından akıp yeryüzüne gelen bir yağmur tanesi kadar mı ömrümüz var? Peki, bulutların arasından akmak yağmur damlasının hatası mı? Onun bunu tekrardan yapma şansı yok. Ama senin var. İstediğin kadar yağ, gökyüzünde süzül, ağla.

Yeniden güneş doğduğunda herhalde daha da anlamlaşır bu yazdıklarım. Eğer hala bir şeyler hissetmiyorsan kafanı kaldır ve yeni doğan güne merhaba de. Hissedebileceğin en güzel şey belki de bu.

11/12/2008

Loneliness Part.3

Bugüne kadar Facebook adlı siteye türlü laflar söyledim. Ne işe yaradığını hep merak etmiştim ki bugün herşey net olarak ortaya çıktı. Lisede tek kelime etmediğimiz şimdilerde ODTÜ’de okuyan sınıf arkadaşımın beni “dürttüğünü” gördüm. Anladım ki Facebook budur. Anladım ki tek işlevi dürtmek gibi bir şansınızın olmadığı insanları dürtebilmek. Çok mesudum insanoğlu..

Her geçen gün farkediyorum ki bu lanet günlerin hepsi aynı başlıyor ve aynı bitiyor. Gelişme bölümündeki olaylar farklı birtek. Hoş ne bekliyorsam bende anlamadım. Süper kahraman değiliz sonuçta hergün farklı bir maceranın kollarına atlayalım. Gözüme çarpan bir mevzuydu gayet net olarak. İnsan yalnız olunca daha da farkına varıyor bu tarz ince ayrıntıların. Facebook muhabbetiyle girdim onunla ilgili birkaç şey daha söylemek istiyorum içimde kalmasın. Tam bir reklam furyası var bu sitede. Kendini ifşa etme dalında bu kadar şahane bir site görmedim. Bireysel bir reklamdan bahsetmiyorum belki de bahsediyorumdur şu an net kavrayamadım ben de. “Bakın sevgilim var. Hergün düzenli olarak öpüşüyoruz. Herkesin görmesini istiyorum çünkü ben garip bir canlıyım. Hemen öpüşme anımızda bir fotoğrafımızı çekeyim ki akşama facebook’a koyayım şahane karizmam olsun” diyen bir milyon kişi bulabilirim (hadi buyrun).

Facebook hayatımıza öyle bir giriş yaptı ki; “arkadaş listemde değilsen gerçek hayatta da benim için yoksun canım” modunda dolaşan birsürü insan var. Sitede ne yaptıysak gerçek hayata bir şekilde endekslenebiliyor. Nasıl bir kurgudur nasıl bir insan sömürgeciliğidir anlamadım. Muhabbetlerde geçen ilk cümle artık “facebook’un var mı?”, “akşam sana möthiş bir application aticim” veya “tamam ben seni dürterim eklersin beni” olmuştur. Bunlar aslında kötü şeyler değil. Sonuçta güzel bir teknoloji kullanıyoruz ve herkesin bu imkandan faydalanması lazım. Ama böyle ama şöyle. Hiç farketmez.

Daha birsürü şey yazmak istiyorum ancak bu aralar beceremiyorum. Belki gerçekten mutlu olduğum içindir. Belki de bu mutluluğun sebebi yeni tanıdığım insanlardır. Şunu anladım ki suratıma yansımayan mutluluk benim yazmamı engelliyor. Oturup da karamsarlık kokan şeyler yazamıyorum böyle anlarda. Güzel aslında. Bu kadar kesin konuştuğuma göre yarın öbürgün karamsar bir yazıyla karşınızda olurum kesin.

Esen kalın…

11/08/2008

Loneliness Part.2

Mutlu, hayat dolu şeyler yazmaya kalkıyorsun sonunda saçma sapan şeyler çıkıyor ortaya. Yazının ilk bölümünde her ne kadar farklı konulara değinmeye çabalasam da, işin sonunda gene karamsarlık ön plana çıkmış. En azından nasıl bir insan olduğumu daha iyi anlıyorum bu yazılar sayesinde. Nasıl birisi olduğunu anlayan bünye geleceğe daha rahat bakar. Karşısındakinin bir sonraki hareketine karşılık verir. Adam biliyor sonuçta ne yapması gerektiğini.

Zorlanmaya başlamadınız mı yaşınız ilerledikçe? Neye diyeceksiniz elbette. Hayatın her geçen gün karşınıza farklı bir şey sunmasına mesela. Yaşın ilerlemesi de değil aslında mevzu. Zeka yaşı dediğimiz olay burada ortaya çıkıyor sinsice. Saflık dürtüsü kendini belli ediyor hemen. Her insanda saflık vardır diyorum. Her insan az da olsa saftır. Bazı insanlar tanımadıkları insanlara karşı gayet sert ve otoriter yaklaşırken; aynı insan tanıdığı hatta hoşlandığı insanlara karşı gayet iyimser, samimi ve saf yaklaşabilir. Burada hiçbir sorun yok. Sorun bu insanları gerçekten tanıyor muyuz? Acaba samimi ve iyimser yaklaşmaya karar verdiğimiz bu insanlar doğru bir tercih mi?

Çok kabataslak olacak ama 10 kişi seçsek 4-5 tanesi hata yapmıştır diyebilirim. Hatayı yaptıktan sonra karşımıza ne gibi sonuçlar çıkıyor bakalım:

- Bünye zarar görüyor elbette. Kişiden kişiye değişir aslında. Daha önceden bu konudan dolayı çok çekmiş kişi “yemişim” modunda hayatına devam edebilir. İlk defa karşılaşan “neden ulan” nidalarıyla bol miktarda bira götürür.

- Bu olaydan sonra beyine yerleşen en müthiş, olağanüstü mantık şudur(sarcasm): Artık hiçbir insana karşı böyle davranmayacağım.

Daha ne kadar sonuç bekliyordunuz bilmiyorum isteyen ekleyebilir. 2. maddeye ağırlık vermek istiyorum. Genellikle kadın-erkek ilişkilerinde görülüyor bu mevzu. Daha önceki ilişkilerinde aldatılan, kötü muamele gören(?) veya ilgi görmeyen şahıs müthiş bir mantık yürüterek “bu yaptıysa hepsi yapar” anlayışını kafasına kazır. Hayatı boyunca etrafındaki insanlara kendini kapatır. Belki de onu çok sevecek ona hiçkimsenin veremediği kadar değer verebilecek bir insanı da kaçırmış olur böylece. Bunu bilemeyiz. Bunun düşüncesiyle yaşayamayız. Ancak kişinin kötü birisi çıkma olasılığı varsa bir o kadar da iyi birisi çıkma olasılığı da vardır. Bu lafların hepsi kendi görüşüm neyin iyi neyin kötü olduğunu tartışmaya gerek yok. Tek düşündüğüm şey; yaşımız ilerledikçe etrafımızda gelişen herşeyden korkmaya başlıyoruz. Arkadaşlarımızdan, ailemizden, kız/erkek arkadaşımızdan. Bu korkuyla yaşamak mı mantıklıdır yoksa savaşmak mı? Mesela ben uzun zamandır savaşıyorum kendisiyle. Siz de deneyin seveceksiniz (reklam gibi oldu).

Bu yazının başı neresi ne alaka bu konuya nereden girdik demezsiniz umarım. Yazarken o tarz şeyler hissettim. Kafandakileri toparlamadan yazıya başlama. Sonra yazının başı neresi gtü nerede unutursun tabi.

3. bölümde görüşmek üzere esen kalın.

11/07/2008

Wasting Love

Tears Of The Dragon ile benzerliği korkutmuyor değil tabi=) Saygı duyulası Iron Maiden şarkısı tavsiye edilir.

Maybe one day I'll be an honest man
Up till now I'm doing the best I can
Long roads.Long days, of sunrise, to sunset
Sunrise to sunset

Dream on brothers while you can
Dream on sisters I hope you will find the one
All of our lives, covered up quickly by the tides of time

Spend your days full of emptiness
Spend your years full of loneliness
Wasting love, in a desperate caress
Rolling shadows of night

Dream on brothers while you can
Dream on sisters I hope you will find the one
All of our lives, covered up quickly by the tides of time

Sands are flowing and the lines are in your hand
In your eyes I see the hunger, and the desperate cry that tears the night

Spend your days full of emptiness
Spend your years full of loneliness
Wasting love, in a desperate caress
Rolling shadows of night

Fataliste

İyi bir şeye başlangıç mıydı acaba bu hayaller? Artık hayallerin insanın ruh sağlığını çok kötü etkilediğini düşünen ben değil miydim 2-3 ay öncesine kadar? Hayalle gerçekliği fena karıştırdığım için her daim göz yaşı döken ben değil miydim ki hala salak gibi hayallerin dalgalarına kapılıyorum.

Özgürsün sonuçta sen. Gözlerinden çıkan masum bakışların herşeyi açıklıyor zaten. Sen konuşmaya başlamadan bile anlıyorum ne demek istediğini. Anlıyorum ki artık geriye dönmek zor. Herşeye yeniden başlamak. Saatlerin gene 12’yi vurmasını beklemek. Geri dönebilsek halbuki. Hatalarımızı yapmasak bu sefer. Sanki herşey güzel olacaktı. Başka hatalar örseleyecekti hayallerimizi kabusa döndürecekti. Sonra elimize geçen gene en azından biraz yatışmasını ümid ettiğimiz feci bir baş ağrısı ve sabaha kadar yetmesi için yalvardığımız şarabımız. Şarap da yetmiyor ağrı da geçmiyor tabii ki. Ne sandın okuyucu hayat çok mu kolay sence? Herşey istediğin gibi mi olmalıydı acaba? Birisini bulmak kolay mıydı sence?

Kalbimde bir ağrı var son zamanlarda. Bana neden diye sorma çünkü sebebini bilmiyorum. Belki de biliyorum. Bir heyecan olabilir veya umutsuzca son çırpınışlarını yaşıyor. Son ihtimalin üzerinde duruyorum daha çok. Heyecan denen olgu çok uzak bir olasılık artık. Neye heyecanlandığım konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Olması imkansız rüyalara hayallere heyecanlanmak artık beni yordu. Daha ne gördüm ki değil mi?

Korkuyorum anlıyor musun? Gene yenilmekten korkuyorum. Ağrının çoğalmasına korkuyorum daha da ağrırsa hayattan kopacağım. Unutulmak için uğraşacağım kaçacağım. Kimsenin yüzüne bakmadan yaşayacağım.

Haketmeyen insanların haketmedikleri hatta haketmediklerinden daha fazla değer alması…Hakedenlerin birşeylerin peşinden koşması ve ellerinin her zaman boş kalması. Gözleri yaşlı bir şekilde geriye bakıp neden bu kadar yol gittim diyerek diz çökmeleri. Kendi kaderlerinin farkında varıp son güçleriyle gökyüzüne baka baka kendi yollarını bulmaları. Havanın güzel olduğu birgün çimlere uzan da düşün bakalım bunca şeyi neden yazdım? Ya da “ben sadece okurum birader niye düşüneyim ki?” diyorsan sen de haklısın tabi. Düşüncesiz insanlar o kadar çoğaldı ki…



27.06.2008

This Is The Life’dan sonra Take This Life gelme sorunsalı:

Amy MacDonald hanım kızımız yememiş içmemiş çok eskilerden güzel bir eseri günümüz standartlarına getirerek söylemiş. Her delikten çıkan Osman adlı şahıs bana geçenlerde bu şarkıyı gönderdi sağolsun. Bende dinleye dinleye “allahım ne güzelmiş” nidalarıyla dolandım durdum evde.

Kimse hakkını yemesin güzel şarkı gerçekten. Neyse bugün içimden Taksime gitmek geldi ve yollara düştüm. 45’lik dediğimiz biranın gayet leziz ve ucuz olduğu barda şarkılar eşliğinde oturuyordum. Tek başına gayet bira içebiliyor insan. Neyse 4-5 bira götürdükten sonra eve doğru yola çıkma zamanı gelmiştir dedim ve mükemmel bir kalkış ile yollara döküldüm. Plan basit: Beşiktaşa geç oradan motora bin Üsküdardan eve yürü

Plan başarıyla sonuçlandı elbette ki. Yolda ilerlerken kafama takılan birsürü hadise oldu ancak başlıktan da anlaşılacağı üzre kafamı en çok kemiren dinlediğim müzik oldu. Öncelikle Amy hanfendi çıktı sahneye gayet de güzel bir sesi var kendisinin. Şarkı bittikten sonra “ulan tekrar mı dinlesem?” diye düşünürken bir anda çılgın bir elektro gitar sesi işittim. Okuyanların çoğunun bileceği In Flames şarkısı Take This Life çalmaya başladı. İroniye gel dedim Üsküdar yokuşunda gülmeye başladım. Uzun sakallı dinci amcalar kovaladılar tabi bir süre.

Amy’e dönmedim tabi. In Flames’i de dinlemedim. Hemen açtım bir Bloodbath- Bathe In Blood. Eski günleri hatırladım. “Bu şarkıyla ilgili anın varsa taa kafana koyim” diyenlere teesüf ediyorum ve “I keep my eyes on the screen” diyip mosh yapıyorum onlara.

11/05/2008

Loneliness Part.1

Osman adlı kişinin müthiş ısrarları üzerine tekrardan blog âlemine geri döndüm (yerseniz tabi). Elimden olmayan bazı sebeplerden ötürü yazmaya bir süreliğine ara vermiştim. Bendeki mallığa bakarsanız eğer; hem yazmaya ara ver hem de kimseye yaşadığın kötü şeyleri anlatma. Sonra içinde biriksin aynen geri dönersin buralara işte. Mallık bende güzelim.

En son yazımı 1 ay önce yazmışım. Her zaman olduğu gibi eskiden yazdıklarımı şimdi okuduğumda çok saçma geliyorlar. Şu anda olduğu gibi. Az çok yazı stilimi de kavramış oldum. Ne kadar kötümser olduğunu da hissetmedim değil hani. Herhalde içimden öyle yazmak geliyor. Mutlu mesut şeyler yaşıyorum elbette. Onları yazma gereği duymuyorum. Zaten bunları okuyan insanlarla yaşadım çünkü o güzel anları. Onların tekrardan okumalarına gerek yok zaten.

Neden “Loneliness” dedik merak etmişsinizdir elbette. Gerçekten öyle çünkü. En iyi dostum Finlandiya’ya gitti. Gidişin tek iyi tarafı buradakilerin ne olduğunu görmüş oldum. Hayatıma son 3 senedir “doğru düzgün” bir ilişki girmedi. Doğru düzgün tabirinin kıstasları nedir diye soracak olursanız gerçekten bilmiyorum. 3 sene önce ne yaşadığımı dahi hatırlamıyorum. Ya da yalan söylemek istemiyorum hatırlamak istemiyorum. Her şeyin harika olduğunu ve mükemmel gittiğini zannedersiniz de acı gerçek saplanır kalbinize. O hesap benimki de.

Aslında her şey seçimle alakalı değil mi? Yalnızlık da öyle olmalı. Yalnız kalmak dışarıdan bakınca ne kadar zevkli görünüyor ya da ne kadar da karizmatik bir mizaç kazandırıyor kişiye. Yalan dolan bunlar. Yalnızlık bir karardır. Kolay değil zor da değil. Bencillik ya da imaj kaygısı değil. Kişinin kendisiyle barışık olması ön koşul. Gerekli formları doldurduktan sonra köşeye çekilirsin ve beklersin. Neyi bekleyeceğin sana kalmış. Neden yalnızlığı seçtin diye sormadın mı kendine? Her şeye baştan başla o zaman. İşin ucunda kendini başkalarına karizmatik gösterme kaygısı var çünkü. Özünde iyi insan, dışarıya cool ve bir o kadar sert bünye. Yapmayın lütfen. Kime yapıyorsunuz bu tavırları?

Teknoloji hayatımıza girince onun da içine ettik hep beraber. MSN dediğimiz astral dünyada ne dolaplar döndürdük sırf karşımızdakini etkilemek için. Meşgulüm kalıbını kafamıza geçirip alt başlıklara da “acıdan kıvranıyorum ühü rahat bırakın beni” yazmadık mı? Madem rahat bırak diyorsun ne işin var buralarda? Git bir çay koy kendine uzan yatağına ya da çıkar kafanı pencereden 2 gram oksijen girsin beynine rahat düşünmen için. Fenalandım ayağına bir bira ya da şarap götür sana kalmış.

Winamp’in shuffle özelliğine uyuzum bu arada. Neyse başka bir konu bu. Bu yazıyı yazarak “bakın çok yalnızım bitkinim yorgunum” demek istemiyorum zaten şuraya kadar o mantıkla gittiğimi düşünen varsa yazının devamını okuyup da gözlerini ağrıtmasın boşuna. Gayet de mutluyum huzurluyum. Elimden geldiği kadar yaşamaya çalışıyorum. Rahatsızlıklarım var farkındayım ama bunlar etkileyecek boyutta değiller henüz. Arkadaşların derseniz dünya üzerinde korkmadığım tek mevzudur kendileri (saygılar). Korktuğum bir şey var aslında. Karşıma insanlar çıkıyor. Nasıl olduklarını beni ne derece adam yerine koyduklarını kestiremiyorum eskisi gibi. Eskiden tereddütsüzdüm. Nasıl geliyorsa içimden öyle yaşıyordum. Şimdi tereddüt had safhada. Canımdan can alıyor bu karamsarlık huzursuzluk. Her şey safken güzel. İlerleyince kafanızı kurcalayınca dağınıklaşıyor, düzensizleşiyor. İlk kez gördüğün şâhısa duyduğun her şey ilerleyince karmaşaya dönüyor. Bunun adı nedir bilmiyorum. Birisini ilk defa gördüğünde ve aşırı derece etkilendiğinde onu ikinci defa görme şansın olmuyor. O zaman şansı yaratacaksın. Kafandaki karamsarlıktan kurtulacaksın bırak dağınık kalsın her şey. Dış dünya ile ilişkilerini toparladıktan sonra içindeki karmaşayı elbette düzeltirsin. Bu yüzden yalnız kalmıyor musun zaten? Kendine bu imkânı sağlıyorsun zaten.

İlk bölümü böylece bitirebiliriz herhalde. Bugün yazdıklarım kimseye ait değil. Pay çıkartabilirsiniz elbette ki. Şuna laf sokarım buna olan düşüncelerimi melankolik anlatırım gibi varsayımlarla kurulu bir beyin fırtınası gerçekleştirmedim emin olun. İçimden gelenleri yazdım. Her zamanki gibi.

9/11/2008

Geçmiş-Gelecek

Peki sen beni unuttun mu?

Sormak istemiyordum ama elimde olan bir şey değil..En son ağladığım gün de sormuştum kendime. Unutuyorsun yüreğinin derinliklerinde hissettiğin insanı bir çırpıda. Ne bir soru ne de bir cevap bulmadan içinde. Sorgusuz sualsiz. Bir nevi yargısız infaz. Çabuk alınan bir karar veya çevrendeki etmenlerden ötürü yanlış söylenen birkaç söz. Değer mi peki? Hiç sanmıyorum..

Unutmak mı zor unutulmak mı? Unutulmak tabii ki. Kayboluyorsun çünkü. Takmıyorsun karşındakini. Onunla iletişimi kesiyorsun ve başkalarına yöneliyorsun. Onlara ilgi duyuyorsun onlarla konuşuyorsun. Peki geride bıraktıkların ne olacak? Geriye dönüp uzun uzadıya baktın mı hiç? Ne kadar sürdü bakman? Belki de korkmuşsundur geçmişin tozlu raflarından..Veya geleceğin sana daha umutla gülümsediğini düşünmüşsündür.

Gelecek sana her zaman gülümser. Umut denilen saçma kavram seni sarmalar. Sana polyanna mantığıyla yaklaşır. Ağladın her vakit ileride olacak güzel şeylerin hayalini kurmanı sağlar umut denilen saçma şey. Ve aslı nedir bunun biliyor musun?

Saçmalık..Sen de çok iyi biliyorsun bunu. Geçmişini düzene sokmadan geçmişindeki karanlık insanları hatırlamadan onları anmadan geleceği kuramazsın. Sen yanından ayırmadığın insanları geçmişe gömüp, karşına çıkan diğer basit insanlarla devam edersen elbet bir gün geçmişin sana tokadı basar. O tokadın acısını etrafındaki basit insanlar bile anlayamaz. Ağladığın her an etrafındakiler gözyaşlarını silemez.

Nefes almasını bil. Nefes aldığın zaman içine dolan havayı yaşa hisset..Nerede olduğunu bil olduğun yere saygı göster. Unutmak için değil yeniden kazanmak için yaşa. İlla gitmek istiyorsan buralardan..İlla uzaklaşmak istiyorsan bu kaosun bitmişliğin çaresizliğin içinden..Sende unuttur kendini..O zaman anlarsın geçmişle yüzleşme vaktidir. İşte o zaman anlarsın gelecekte karşına bir bok çıkmayacak böyle kaçarak..


03.02.2008

00:37

9/10/2008

Forever

Stratovarius'tan geliyor efenim=)forever..

I stand alone in the darkness
The winter of my life came so fast
Memories go back to my childhood
To days I still recall

Oh how happy I was then
There was no sorrow there was no pain
Walking through the green fields
Sunshine in my eyes

I'm still there everywhere
I'm the dust in the wind
I'm the star in the northern sky
I never stayed anywhere
I'm the wind in the trees
Would you wait for me forever ?

9/09/2008

Sabah

Uyumama kararı aldım. Niye böyle bir şey yaptım ben de bilmiyorum. Belki de istemiyorum. Saçma olacak belki ama gerçekten uyumayı istemiyorum. Özellikle bugün. Gözlerimi kapattığım zaman gördüğüm görüntüler yüzünden mi acaba?
Halbuki uyumaya severim. Kopuyorsun bir anda hayattan. Sadece sen ve rüyaların. Bazen de kabusların tabi. Daha çok kabus aslında. Bunu o kadar doğal karşılıyorum ki artık kabus görmek benim için son derece normal bir şey.

Değer ve denge… Bundan tam 5 sene önce ne olduğunu bilmediğim 2 sözcük. Meğersem ne kadar bağlantılıymış birbiriyle. Karşındakinin davranışlarına göre ona değer vermek. Seni sonsuza kadar seveceğine söz veren bir insanın bir anda bundan vazgeçip seni terk etmesine göz yummak. Bu kadar kolay olmamalı. Aşk denen şey bu kadar basit olmamalı.

Aslında aşk yokmuş gerçekten de. Ya da benim karşıma çıkmamış. Aşık olduğumu sanmışım bunca zamandır. Peki, bu hep böyle mi olacak? Sonsuza kadar!! Saf temiz bir aşktı sadece kafamda canlandırdığım. Kalbimin derinliklerinde yer edinmiş birisiyle maceralara atılmak. Bu cümleleri yazarken kalbim küt küt atıyor. Sanki böyle bir insanı bulmuş kadar heyecanlıyım. Aslında böyle biri yok. Belki de var ama kendini bana göstermiyor. Umutla arıyorsun sen gene de onu. Seni ne kadar çok seveceğini, seninle ne kadar çok ilgileneceğini hayal edersin. Kafanı yastığa koyarsın ve güzel rüyalara dalarsın. Onu öptüğün ona sarıldığın anı görürsün, hissedersin. Kalbin normalden daha da hızlı atmaya başlar. Ama bu sadece bir rüya…

Rüya bittiğinde acı gerçekle karşılaşırsın. Aslında hepsi beyninin sana yaptığı bir uydurmaca. Milyonlarca düşünce arasında aklının sana yaptığı bir oyun. Sen seç hangisi güzel? Hangisiyle birlikle olmak istersin? Onunla değil mi, sadece onu istiyorsun onu düşünüyorsun onsuz yaşayamayacağını anlıyorsun. Her dakika geçtikten sonra onsuz bir hayatın nasıl olacağını kafanda kuruyorsun üzülüyorsun ağlıyorsun. Kaçmak istiyorsun kurtulmak istiyorsun gene ağlıyorsun. Kafanı kaldırdığın zaman etrafındaki simsiyah bulutları fark ediyorsun. Acı gerçekle yüzleşme vaktin gelmiş o zaman. Karanlığın içindesin!! Hala kabus görüyorsun. Bunların hepsi kafandan uydurduğun acı veren görüntüler. Bazı kabuslar gerçek olacak. Farkında olmadan dünyan değişecek. Kendini farklı bir yerde bulacaksın daha önce hiç gelmediğin. Ağlamanın tek kurtuluş yolu olduğu bir yer. Acı çekmenden zevk alan bir sürü varlık etrafında olacak. Kendini koruyabilirsin evet yapabilirsin bunu.

Sonra gene güneş doğacak. Etrafına baktığın zaman koskoca evde yalnız olduğunu fark edeceksin. Yanında olmasını istediğin kişileri ya da kişiyi kafandan geçireceksin. Sonra gözlerinden birkaç damla gözyaşı süzülecek. Gözyaşlarını döktükten sonra da bugüne kadar hep yanında olan sıcak yatağına uzanacaksın. Gözlerini kapadığın zaman gene onu göreceksin. Bu sefer ağlamak yok. Çünkü göreceğin rüya onu senin yanına getirecek. Hayatında hiç olmadığın kadar mutlu olacaksın.

Bu belki de 10 saniye sürecek senin için. Uyandığın zaman her şeyi rüyalarında bırakmış olarak dışarı çıkacaksın ve sabah güneşi yüzünü ısıttığı zaman…

Kalbindeki ve midendeki bu sancının hiçbir zaman geçmeyeceğini anlayacaksın…

Ego Kaygısına Takiben Kaçma Dürtüsü Hedesi

En büyük intikamları aşk için yaşamıyor muyuz zaten? Yaşayan bir insan olsa ve anlatsa diyorum ki her zaman derim bunu. Keşke içinden geçenleri bir şekilde net olarak aktarabilse bana. Yazarak ya da konuşarak orası hiç sorun değil aslında.

İntikam için her şeyi göze aldığımız aşk için değer mi peki? Bunun adı ego kaygısı da değil. Evet, belki de bize yapılanların ardından içine girilen karmaşık duyguları yaşarken intikam çanlarını binlerce kez çaldırmışızdır. Peki, gerçekten değer mi? Gerçekten intikam diye yola çıksak ve bize acı çektirenlere gereken cezayı versek? Geri döndüğümüzde mutlu olur muyuz bilmiyorum. Bildiğim tek şey intikam alma dürtüsünün bizi geçmişimizden asla koparamayacak olmasıdır.

Geçmişe bağlı kalmak sorun değil; gelecekte karşılaşacağın doğru insanın ardından zaten geçmiş kendiliğinden siliniyor. Karşındaki insan geçmişini yok ediyor. Bütün kötü anılar, bütün sarf edilen sözler. Hepsi kayboluyor. Sadece o ve sen varsın artık. Ne gerek var peki intikama? Egonu başkalarına ve özellikle kendine ispatlamana ne gerek var? Ama insanoğlu bencildir. İnsanoğlu bugüne kadar ne yaptıysa kendine yapmıştır evet. Hayatım boyunca bencillik yapmadım hoş bunu söylerken sunacak kanıtım da yok. Bugünden sonra yapmayacağım anlamına da gelmiyor elbette. Şanslı mıyım değil miyim bilmiyorum.

Kafamı kurcalayan sorular var. Geçmişi unutmak için mi birilerini sevmeye çalışıyoruz. Gerçekten yaşadıklarımız geçmişi unutma adına basit bir oyundan öteye gitmiyor mu? Her şey bilinçaltımızda saklı ise ve gördüklerimizin aldatmaca olduğunu biz bile anlamıyorsak bu dünya daha çekilmez bir hale gelmez mi?

Daha da bulanıklaşıyor her şey. Her geçen dakika. Her zaman ilk kafamıza gelen şey kaçmak olmuştur. Dışarıya çıkıp temiz bir hava almak, ya da güneşin doğuşunu seyretmek. Ya da arkadaşlarla gidilen köhne bir barda içilen sayısız bira. Bunlar insanı mutlu eden şeyler. Dün de fark etmiştim bugün daha da iyi anlıyorum. İsterdim ki; gece hava almaya dışarı çıktığım zaman, güneşin doğuşunu seyredeceğim zaman veya herhangi bir barda biramı yudumlarken. İsterdim ki yanımda sevdiğim kişi olsa. Arabesk olduğunu sanmıyorum bu düşüncelerin. Ve gerçekten nasıl duygular hissedeceğimi bilmiyorum…

9/08/2008

Acı

Kötü gidişler vardır insan hayatında. İnsanın doğası gereği oluşur bunlar. Farkında olmadan geriye bakıp kötü gidişleri değerlendirdiğiniz zaman kendi hatalarınızı da görürsünüz. Aslında onları hiç yapmamış gibi kabul edersiniz.

Geriye bakmak geçmişi düşünmek günden güne zorlaşmaya başladı. O kadar çok şey yaşanıyor ki hayatımızda. O kadar çok insan geçiyor ki önümüzden. Bazıları sizinle göz göze geliyor bazen gülümsüyor bazen somurtuyor. Bazıları sizi mutlu edecek şeyler yapıyor. Şunu unutmayın ki uzun süredir mutluluğu tadamamış bir insana karşısındakinin yaptığı her şey mutluluk verir. Somurtanlara anlam veremez yolunuza devam edersiniz. Onlar somurtmaya mahkumdur zaten. Sizi bir daha görseler kafalarını çevirip yola devam ederler. Hiç yokmuşsunuz gibi. Hiç var olmamışsınız gibi. Siz onlara bakarken onlar hayatlarının en büyük zevkini tadarlar: ACI ÇEKTİRME

Acıyı vücudunuzda hissedersiniz. Bu kolay bir iş alın bir bıçak işinizi görün. Acı çektirmenin boyutu farklıdır. Özel bir şeydir. Herkes yapamaz. Karakter meselesidir insanlara karşı büyük bir nefretinizin olması lazım. Sadece o insana değil etrafındaki insanların da sizden nefret edeceklerini bilmeniz ve bunu göze almanız lazım. Karaktersiz değildir bu insanlar. Daha çok karakterini tam yerine oturtmamış insanlardır. Neyi nasıl yapmasını gerektiğini bilmeyen insanlardır. Eski çağlarda başlayan ve günümüze kadar gelen “zarar verme” dürtüsü de buradan ortaya çıkıyor işte. Karşındakine acıma ona saldır acı çekmesi için elinden geleni yap. En sonunda gardını düşürdüğünde yere yıkıldığında üzerine bas ve zafer çığlıkları at. Ne oldu peki? Ne değişti şu kısacık hayatında? Neyi öğrendin bu zaferinden sonra?

Bazı geceler uyuyamıyorsunuzdur. Bir yanma hissi vardır kalbinizin tam ortasında. Gözyaşları o yanma hissini söndürmek için uğraşırlar ama “ağla açılırsın” tabiri gibi buda kocaman bir yalandır. Sabaha kadar ağlayın dostlarım olmuyor. Sabahlayın sabah doğan güneşi eşsiz huzurunu yüzünüzde hissedin. Sabah esen sert rüzgârı vücudunuzda hissedin olmuyor. Acıyı unutamıyorsun ne yaparsan yap.

Ağlamak yalnızlıktır. Ağlamak beyaz bayraktır aslında. Teslimdir geriye dönmesi imkânsız bir harekettir. Gözyaşı yere damladıktan sonra onu geriye döndüremezsin yerde kalır. Şöyle bir kafanı kaldırıp etrafına baksana. Bugüne kadar yaşadığın tüm güzel anıları düşün. Kimler vardı yanında? Ailen? Arkadaşların? Sevgilin?

Bazen hiç kimse olur. Ailene değer vermiyorsan, arkadaşların dünyanın en muazzam insanları olmalarına rağmen onlara çöplük gibi davranıyorsan veya sevgilin senin için herşeyi yapmaya hazır olmasına rağmen onu aldatıp bir köşeye atarsan..Sen yaşamasını bilmiyorsun dostum. Boşuna gelmişsin bu yaşa kadar. Bir yalvar bakalım belki tekrar şans verirler sana. Belki bu sefer becerebilirsin.


27.12.2007