12/05/2009

Sözün Bittiği Yer

Sözün bittiği bir yer var evet. İstediğiniz kadar uğraşın, istediğiniz kadar kendinizi paralayın ama hayır. Sözcükleri toparlamanız, onları bir cümle haline getirmeniz neredeyse imkansıza yakın. Sadece gözlerine bakmak istiyorsunuz ona sarılmak istiyorsunuz sonrasında. Her geçen dakikanın sizin için daha da kötüleşeceğinin farkındasınız. Ama ne olursa olsun o gözlere bakmak ve tek kelime etmemek ne kadar güzel bir şey. Ne kadar anlatılamaz bir duygu.

Bazen insanların gereğinden fazla hakettikleri değerlerle yaşadıklarını düşünüyorum. İşin kötü tarafı da; haketmedikleri halde yaşadıkları o değerlerin farkına varmamaları ve onları yaşayamamaları. Sadece bir gülümsemeyi, bir bakışı bile hiçe sayabilirler. Elinize ne geçecek peki? Mutsuz bir insan. Kaybolmuş bir beden ve gerisinde gelen kırık bir kalp. Üzüntü her zaman beraberinde daha da üzücü şeyler getiriyor. Bu sefer mutlu olacağım düşüncesi sadece insanları kandırmak üzerine kurulmuş. Sizin kafanızı kaldırmanızı ve parıldayan güneşin sonsuz sıcaklığını hissetmeniz için uydurulmuş birşey aslında. Kimsenin yardımına da ihtiyacınız yok bu konuda. Siz isteseniz de istemeseniz de o güneş orada olacak ve siz ısınmaya devam edeceksiniz. hayatınıza birsürü insan giriyor siz farketmediğiniz zamanlarda bile. Birgün yeni tanışıyorsunuz diğer gün de ilişki yaşıyorsunuz. Hepsi birbiri ile bağlantılı işliyor. Her geçen gün güneş parıldamaya devam ederken siz kendinizi zorluyorsunuz. Güneşi görmek istemiyorum sıcaklığı da umrumda değil diye. İnsanoğlu yanlış düşüncelerinin sonunda acı çekiyor. Farkında olmadan kendine zarar veriyor. Arkadaşları veya sevgilisi yüzünden acı çeken insan; aslında kendisi yüzünden acı çektiğini bilmiyor. Kimse kendini beğenmişlik yapmasın o insanları hayatınıza sokan sizlersiniz. Hayatınıza yön vermelerine izin veren de.

İnsanoğlunu yerin dibine sokan en mühim unsur önyargıdır. Bir insanla tanıştığınız zaman karşınıza bir duvar çıkıyor. O duvar karşınızdaki insanın yaşadıklarına göre bir tuğla eksik veya fazla oluyor. Her konuşmanızda her o duvarı yıkıp o insanın gerçek kişiliğini görmek istediğiniz anda aslında kendinize ve ona zarar veriyorsunuz. Yere düşen her tuğla sizde veya onda kapanması zor yaralar bırakıyor. Kişiliğinize göre o yaraları sarmaya başlıyorsunuz ama bazen daha da kötüye gidiyor. Bundan sonra iş sizin sabrınıza düşüyor. Gerçekten değer mi? Gerçekten onun için değer mi bunca yaptığınız şey?

Sözün bittiği yere geldik. Yavaşça kafayı kaldırma zamanı geldi. Gökyüzüne mavinin yavaş yavaş açılacağı ve yerini güneşe bırakacağı zaman geldi. Güneşin kendini gösterdiği anda yüzünüze vuracağı sıcağı hissetme zamanı geldi. Gelmediğini düşünüyorsanız yolunuza devam edin. Elbet birgün olduğunuz yerde kafanızı kaldırıp bütün bu acıların yok olduğunu ve sözün bittiği yerde o gözleri unutamadığınızı farkedeceksiniz.

6/30/2009

Beklemek

Beklemek ne kadar yorabilir ki insanı? Veya beklediğini zannetmek? Hayatımız içerisinde somut veya soyut herhangi birşeyi ele alabiliriz. Emin olun ki beklentilerimizin ortaya çıkmadığı birgün dâhi geçmemiştir insan ömründe. Arada kaçırdıklarımız yani boşa geçen zamanlar da olmadı değil elbet.

Günler, haftalar, aylar geçiyor. Bir insanın limitine göre bu süreç seneyi bile kapsayabiliyor. Sabır ön plana çıkar bu sırada. Sabrınız ne kadar fazla ise o kadar süre O’nu beklersiniz. O’nu bulma süreci vardır sizi pek ilgilendirmez. O’nu tanıma süreci vardır beklentiden sonra ortaya çıkar. O’nu sevme veya sevmeme sorunsalı vardır sizi en çok endişelendiren. O’nu beklemek de en acı verici olandır. Nerede ne yaptığını bilmeden sadece ağızdan çıkacak birkaç sözcüğü beklemek. Sanki herşey değişecek o sözcükleri duyduğun vakit. İnsanlar birşeyleri beklemekten hoşlanıyor. İlerisini düşünmeden, yapacaklarını planlamadan kendini uçurumdan aşağıya doğru bırakıyor. Uçurumun sonsuz olmadığını biliyor ve bunun verdiği güç ile atlıyor zaten. Peki yaptığı herşeyin aslında kocaman bir yalan olduğunu farkettiği zaman ne yapacak? Bunu kafasının ucundan bile geçirmemişti öyle değil mi? Atladığı yere doğru uzun bir bakış atacak. Kafasında çözüm geliştirmek için çabalayacak. Ellerini havaya kaldırıp en azından etrafında tutunabileceği bir dal arayacak. Hiçbirşeyi hesaplamamıştın öyle değil mi? Etrafında ne sert bir dal bulacaksın ne de sana yardım eli uzatan birisi. Uçurumun sonunu görmeye mahkumsun sen. Ya bir mucize olacak bir şekilde kurtulacaksın; ya da acı gerçek suratının ortasına çarpacak. Yerde kanlar içinde yatarken de seni iyileştirebilecek tek bir kişi var: gene kendin.

Hayat gün geçtikce zorlaşıyor ve beklentileriniz de artıyor. Mesela yalnızlık. Her geçen gün daha da yalnız kalacağınızı farkediyorsunuz. Beklentileriniz de bu yönde gelişiyor, şekilleniyor. Dostluklarınız güçleniyor, mutlu oluyorsunuz. Ama her seferinde birşeyler de eksik kalmıyor mu? Her seferinde “bugün gerçekten mutluyum” dediğiniz zaman ve aynaya bakıp gülümsediğiniz zaman bunu bütün kalbinizle söylediğinizi mi zannediyorsunuz? Kimbilir belki de öyledir. Dünya üzerindeki bütün insanları kandırabilirsiniz ancak kendinizi asla. Başkalarını kandırarak mutlu olabilirsiniz, kimbilir belki de sizden beklentilerinin yokolmasına bile yol açabilirsiniz. Bugüne kadar ciddi anlamda tadabildiğim bir duygu değil ama kimbilir beklenen kişi olmak ne derece mutlu edebilir bünyeyi?

Sabaha kadar çocukluğundan beri vâr olan masasının başında durdu. Arada bir ayağa kalktı mide bulantısı yüzünden. İçindeki herşeyi boşaltmaya çalışıyordu her ne kadar bunu sözlerle beceremese bile. Bunu beceremeyecek kadar yorgundu. Güneş çoktan doğmuştu ve o cehennem azabı gibi geçen saatler de geride kalmıştı. Çoğu sabah olduğu gibi o azap gibi geçen 06:00 ile 10:00 arasını gene yaşamıştı ve hayatında ilk defa bu kadar korkuyla bakıyordu saate. Gene insanlar uyanacak, gene kendi işleri ile uğraşacaklar. Fakat o gene bekleyecek. Dün gibi, önceki gün gibi. Bugün gibi ve yarın gibi. Taa ki uçurumun sonsuz olmadığını fark edene kadar.

6/24/2009

Umut

Kendimi en iyi burada ifade edebiliyorum galiba. Bomboş bembeyaz bir sayfaya dolduracağım kelimeler ile. Evet çok da güzel bir şey değil aslında bu durum. Herkesin kendini ifade etme şekli farklıdır elbette. Kimisi son derece sosyal bir bünyeye sahiptir ve insanlar ile birebir ilişkilerinde doruk noktalara çıkmıştır. Kimisi ise benim gibi sadece bu beyaz sayfalara içini dökerek insanlara kendini anlatmaya çabalar. Kimi zaman başarılı olamaz. Kimi zaman ise doğru cümleleri kurduğu takdirde başarılı olur. Aslında yüzyüze yapılan muhabbetlerde de bu ön planda değil midir? Karşınızdaki saniye başına saçmalasaydı ne düşünürdünüz acaba?

Bazen kendime çok kızıyorum. Neden herşey istediğim gibi gitmiyor veya neden her daim yalnız kalan taraf oluyorum diye. Sonra farkına varıyorum ki bu dünyada o kadar çok insan var ki tek değilsin. Senin gibi hatta senden daha kötü binlerce insan vardır elbet. Peki bu benim moralimi düzeltiyor mu? Hayata daha umutla bakabilmeme yardımcı oluyor mu? Hiç sanmıyorum. Benim durumumda veya benden daha kötü insanlar gördükçe bu beni mutlu etmez. Çoğumuz da aynı şeyi düşünerek kendimizi avutuyoruz. Daha kötülerini de gördük bu ne ki öyle değil mi? Aslında çok boş hayallerle kavruluyoruz. Daha mutlu olmak için, daha güzel anılar yaşamak için mücadele ediyoruz ama herşey bazen istediğimiz gibi gitmiyor. Bazen hissediyorsunuz ki “evet tamam kesin bu sefer herşey istediğim gibi gidecek”. Bunların hepsi düzmecedir aslında. İnsanlar her daim umut dediğimiz değişik basmakalıp duygular ile mücadele ediyor. Kimi zaman umuda yenik düşüp kendimizi güzel rüyalara, hayallere kaptırıyoruz. Kimi zaman da gerçekliğin farkına varıp yüzümüzü doğan güneşe doğru döndürüp ağlamaya, üzülmeye başlıyoruz. Her iki durumda da elimize hemen hemen aynı şey düşüyor. İlk söylediğim durumda bir veya şansınız var ise iki gün boyunca yüzünüzde gülücük eksik olmuyor. insanlara karşı pozitif yaklaşıyorsunuz. Umutla kalktığınız her sabah sizin için ayrı bir ızdırap ile son buluyor. Belki bugün farklı şeyler yaşayacaksınız diye yatağınızdan kalktığınız zaman farkına farkıyorsunuz ki aslında herşey aynı. Herşey saf, sade. Aynı pencerenizden içeriye doğru süzülen güneş gibi. Aynı yüzünüze vurduğunuz soğuk suyun size hissettirdikleri gibi. Saf ve sade. Herşey istediğiniz gibi oluyor o zaman. Su gibi istemediğiniz yöne savruluyorsunuz. Önünüze çıkan engellerin ne olduklarını veya nasıl hareket edeceklerini tahmin edemiyorsunuz. Siz sadece görevinizi yapmaya çabalıyorsunuz. Aynı su gibi. Veya doğan bir güneş gibi.

Elinizde olsa neler yapmazdınız ki? Belki de hoşlandığınız insanın yanına gitmek ve ona hissettiklerinizi söylemek isterdiniz değil mi? Veya size çok yakın olarak gördüğünüz bir dostunuzun size aslında ne kadar zarar verdiğini ona söylemek isterdiniz değil mi? Bazen insanoğlu kafasında kurduğu şeyleri hayata geçirirken, farkında olmadan hayatına çok zarar verebiliyor. Bugüne kadar kafasında oluşturduğu normları sadece bir durum yüzünden silip atabiliyor. Ona çok acı çektiren, onu yerden yere vuran durumlarda bile insanoğlu gelecekte yaşayacağı güzel şeyleri düşünerek bir anda vazgeçebiliyor. İşte bize bu duyguyu yaşatan şey umuttur. Umut, içimizi sarıyor beynimizi ve yüreğimizi ayırıyor. İkisinin bir arada yürümediğini yıllar önce farketmiştim gene anlıyorum. Umut direkt olarak kalbe giden bir histir. Sizi yolunuzdan döndürür. Yapmak isteyip de beceremediğiniz bir olayın baş kahramanıdır. Beceremediğiniz zaman bir anda ortaya çıkar ve sizi kuvvetlendirir. Sizi tekrardan denemeniz için yüreklendirir. Boş yere. Amaçsızca. Sırf sizin daha da ezilmenize fırsat verir aslında. Genellemeye hepinizden daha da karşı bir insanım. Siz de farkedeceksiniz elbet. Siz de göreceksiniz ki umudun sizi nasıl farklı duygular içerisine attığını. Siz de göreceksiniz ki umut dediğimiz duygunun aslında sizi nerelere kadar götürebileceğini.

Saatin ne kadar geç olduğunu bile farkedemiyorum artık. Gözlerim bana inat kapanmakta ısrar ediyor. Ve ben hala umutla yazmaya devam ediyorum. Belki birgün gelip okur ve acımı paylaşır diye. Belki bir gün bu yazdıklarımı okur ve “haklısın” der diye. İşte umut böyle bir şey. Aslında hiç olmayacak bir şey için kendini kandırmaktır. Aslında hiç olmayacak, hiç yaşanmayacak bir şey için kendini avutmaktır. Çok geçmeyecek ben de anlayacağım bunu. Her ne kadar kin duysam da umutla hayata bağlanmaya devam edeceğim. Taa ki tek bir yalandan sonra. Tek bir anlamsızlık, tek bir acıdan sonra. Biliyorsun ki hayat tamamen senin etrafında dönüyor. Hiçbirşeyi zorla yapmayacaksın. Dürüst olacaksın. Hissettiklerini söyleyeceksin. Karşındakine hiçbir saygın yok mu senin? Neyi saklıyorsun neyi görmezden gelmesini istiyorsun? Karşındaki farkına varmadığı zaman mutlu mu olacaksın peki? Veya neden görmedi neden farkına varmıyor diye kendini mi üzeceksin? İnsanoğlu çok bencil. Her zaman dürüst olup kendini kötü duruma düşürmek yerine, karşısındaki kişiyi hiçe sayarak kendini avutmaya çalışır. İşin sonunda mutlu olur ve yoluna devam eder. Ya arkasında bıraktıkları? Onu nasıl anıyorlardır acaba?

5/23/2009

Loneliness Part. 4


Bazen kendimizi şu durumda bulabiliyoruz.

Herşeye boşvermiş. Sadece tek bir noktaya odaklanmış. Diğer düşüncelerden kaçıp olabildiğince uzaklara gitme içgüdüsü. Bir insan için bundan daha kolay bir iş yoktur. Savaşamayacağını anladığı anda uzaklaşmak. Hiçbirşey olmamış gibi hayatına devam etmek. Taa ki o tekrardan herşey yüzüne vurulduğu zaman.

Yağmurlu bir havada yanında kimse olmadan bomboş bir şekilde denize doğru bakmak. Gözünden akan onca damlayı hangi birine yetişebilirim ki düşüncesiyle silme isteği. En sonunda etrafındaki insanlara aldırmadan da rahat bir şekilde ağlamak. Neye ağladığın veya ileride neye ağlayacağın umrunda bile değil. Sadece içinden geçtiği gibi yaşıyorsun. Bu ne derece hayatını düzene sokmanı sağlayacak belli değil. Belki bazı insanlar seni çok sevecek ve senin hep yanında olacaklar. Belki de hiçkimse yanına bile yaklaşmayacak. Elini tutabileceğin gözlerine bakabileceğin bir sıcaklık olmayacak belki yanında. Herşey bu değil hoş sohbetiyle seni mutlu edebilecek bir dostun bile olmayacak yanında. Zaten ağlamaya başladığında anlayacaksın ki herşeyi sen kurdun. Etrafındaki herşey sen doğduğunda önceden birisi tarafından hazırlanmamıştı. Bütün dostluklarını, aşklarını, nefretlerini sen kurdun. Hepsinin bağlantısı sensin. Sonradan farkedeceksin ki ağlamak bir şey değilmiş. ağlamak ve gülmek kadar doğal ne var ki?

Bütün güzel duyguları karartabilecek düşünceler var dünya üzerinde. Misal kafanı kaldırdığında yağmur damlalarının yüzüne vurduğunu göreceksin. Daha da güzeli hissedeceksin. Onun seni terk ettiğini ve bir daha geri gelmeyeceğini farkedeceksin. Artık arkadaşlarının seni eskisi gibi değerli görmediğini anlayacaksın. Tıpkı sabah uyandığında yüzüne soğuk suyu vurman gibi veya kafan güzel olduğu zaman dirilmek suratına vurulan tokat gibi. Yüzüne vuran yağmur damlaları seni mutlu edebilecek ve belki de seni bu düşüncelerden sonsuza kadar uzaklaştırabilecekti. Belki bütün kötü düşüncelerini vücudundan arındırıp mazgaldan aşağıya doğru akarak yok edecekti. Veya bütün kötü düşüncelerin tıpkı deniz gibi içinde birikerek seni boğacaktı.

Kafanı kaldırdığın zaman gözyaşlarını gene silmek isteyeceksin. Garip bir his içini kaplayacak belki de daha önceden farketmediğin. Ağladığını sanıyorsun ama orada durduğun dakikadan beridir yüzündeki sildiğin şeyler gözyaşların değildi. Başkalarının üzerine bıraktığı yağmur damlaları. Silmeye devam ettiğin sürece yenisi gelecek buna alışsan iyi olur. Çünkü onları da sen yarattın.

3/19/2009

Ya Biterse

Önce içimden geçenleri söylemek istedim. Farkında olmadan sayfalar dolusu şeyler yazmıştım. Sonra kısaltmaya karar verdim. Seninle yaşadığım en güzel zamanları kısaltmak istedim. Elini tuttuğum an. Yağmurda başbaşa yürüdüğümüz gün. O doyumsuz anların hepsi. Yazarken ne kadar da kolay geliyor insana. İçindekileri kağıda dökerken ne kadar benciliz ne kadar tek taraflı düşünüyoruz. Kimbilir senin içinden neler geçiyordu o anları yaşarken? Ben kafamda yarattığım seni yazıyorum satırlara. Asıl olmanı istediğim insanı yazıyorum istediğim kadar. Özgürüm sonuna kadar da yazabilirim.

Kafamda yarattığım her özgürlüğün bedeli ağır oluyor her zaman. Gene aynı şeylerin içimde hapsolmasından korkuyorum. Birgün elini sımsıkı tutacağım zaman kayıp gidersen gözlerimden. İçimdeki seni yok edersem yaptığım amaçsız davranışlar eşliğinde. Nereye kadar umutsuzluk peki? Yanında görmek istediğin bir dostunu görememek gibi. Ya da tavsiyesini istediğin bilge bir büyüğün. Elimden olmayan şeyleri ya da olamayacak şeyleri istemek ne kadar kötü bir şey. Peki zorlasam nereye kadar gidebilirim? Gene kaçsam mı acaba insanların bakışları arasında uzaklara?

Sorular hep devam eder. Cevap olarak yarattığımız tek şey kaçmak veya inkar etmektir. İkisi de kolay gelir insanoğluna. Kaçarsın çünkü savaşayamayağını anlarsın. Karşındaki senden daha güçlüdür ve seni eziyordur. Bu durumda yapacağın tek şey arkanı dönmek ve uzaklaşmak. Ne kadar kolay değil mi? Sen ki onu karşına almışsın ve göğsünü gere gere savaşı başlatmışsın. Kafandaki bütün sorunları bir kenara bırakmışsın ve hazırsın evet onu yenmek istiyorsun. Onun en ufak hamlesinde geriye çekilmen ve gitmen ne kadar korkakca ne kadar adi. İnkar etmek var bir de. Aslında öyle demek istemedim lafını her yerde duyuyoruz. Kendimizi kandırmayalım inkar etmek de kaçmak gibi bir şey. Ama çevremizde o kadar iyi inkar eden insanlar var ki. Aklımızın ucundan bile geçmiyor “aslında kaçmak istiyor” diye. Rollerini iyi oynuyorlar. Taktıkları maskelerin hakkını iyi veriyorlar.

Bir insanı diğerinin gözünde bitiren tek şey egodur. Kendini beğenmişlik, kendini olduğundan daha güçlü gösterme çabası. Sonucunda elbette o kişiyi kaybettiğin zaman üzülmezsin ki. Daha kapana kıstırılacak çok avın olacak senin. Ama ya hayattan beklediklerin birgün biterse. Ya umut dediğimiz o arada kapımızı çalan duygu seni terk ederse.

Karamsarlığa gebe bu yazı da burada biter. Okuyanlar ders çıkarsın şunu bunu yapsın diye yazmadım. İçimden geldi şu sayfayı dolu görünce ve içimdekileri dökünce rahatlıyorum sanki. Esen kalın…

3/12/2009

Vicdan

Kafamızdan artık birşeylerin yok olmasını istiyorduk. Sabah uyandığımızda gözlerimizdeki ağırlığı eski haline getirmenin birsürü yolu vardı. Ya soğuk bir su ya da sert bir rüzgar. İkisinin de olmadığı bir dünya aslında hisssettiklerimiz. Kapana kısılmış gibi, kimsenin olmadığı bir zindan misali. Elinizi uzattığınız ve sizden birşeylerin koparıldığı her dakika, her saniye daha da gözlerinizi kaybediyorsunuz.

Yorgun bedenlere ilaç gibi gelecek tek şeydir yalan. Beyaz yalanlardan bahsetmiyorum. Etrafınızdaki kişileri, sevdiğiniz insanı veya dost olarak gördüğünüz kişilerin hepsini etkileyebilecek yalanlar. Hayatınızı doğru düzgün yaşayamıyorsanız yalanların arkasına saklanın. Hayatınıza birsürü renk katın. Hani şu siyah ve beyaz olan dünyanıza. Etrafınızdakileri kandırın ki onlar da size karşı istediğiniz gibi davransın. Korkmayın gerçeği sizden başka kimse bilmiyorum.

Peki vicdan dediğimiz o duyguya ne oldu? İnsanları kandırıp peşimizden sürüklediğimiz zaman; acaba hiç düşünmüyor muyuz bu duyguyu? Hissetmeyenler vardır elbet. Kaybolmuş insanlardır onlar. Fiziksel olarak demiyorum elbette. Kafalarının içindeki siyah bulutları aralamak veya daha da fazlalaşmasını engellemek yerine; o bulutlarla yaşamaya alışan ve daha fazla isteyen insanlardır bunlar. Siyah bulutlar geleceği görmemizi engeller. İleride yaşayacaklarımızı veya yaşamak istediklerimizi köreltir. Bir bakıma hayalleri yok eder. Hayalleri olmayan insan boş bir insandır. Çoculuğumuzun o en aptal dönemlerinde bile gördüklerimiz ve duyduklarımız ışığında hayaller kurabiliyoruz. İnsan yaşamının vahşiliği yüzünden mi kaybediyoruz acaba hayal dünyamızı? Gerçeklik bu yüzden mi bize bu kadar yapmacık ve olanaksız görünüyor?

Yaşadığınız şeyler sizi etkiliyor elbet. Kullanılmak mesela. Oradan oraya sürüklenmek. Çaresiz, bitik bir hayatın kapılarını açan en önemli unsur belki de. Kaç insan tanıryorsunuz keşke şunu yapmasaydım diyen? Çok değil mi? Bir insanın yanında olmak size mutluluk veriyor olabilir. Hatta bunun en temel amacı da onu mutlu edebilmek. Hala kendi mutluluğunu es geçip karşısındakini mutlu etmek isteyen insanlar var mıdır acaba? Elbette var. Sizin mutluluğunuzdan ziyade kendi mutluluğunu isteyen bencil bünyeler olduğu sürece böyle insanlar elbette olacaktır. Birtanesi de bendim.

Gözleriniz yorulmaya başladı değil mi? Belki yazının saçma ve uzun olmasından dolayıdır. Belki de yaşadıklarınızdan dolayıdır. Belki de o kadar güçsüz ve çaresiz kaldınız ki; etrafınızda size soğuk su verebilecek kimse yok. Belki de öyle bir zindanın içindesiniz ki; güneşin doğuşuyla beraber esen sert sabah rüzgarını hissedemiyorsunuz.


12 Mart 2009 23:23