7/31/2010

Harikalar Diyarı

Son birkaç gündür düşüncelerim ile çelişiyorum. İnsanı insan yapan refleksleri hakkında kafamı kurcalayan o kadar çok detay var ki. Hangi birini anlatmak için uğraşayım gerçekten bilmiyorum. Affetme duygusu, ego, umursamazlık… İsterseniz size uzun bir liste yapabilirim. İşin güzel kısmı ise; her geçen gün yaşam karşınıza sizin veya yakınınızda duran birisinin özelliklerini çıkartıyor. Bazen bu size inanılmaz acılar verebiliyor. Bazen de yaşadığınız veya paylaştığınız bu deneyimin sizin için ne kadar özel olduğunun farkına varıp, kendinizi şanslı hissediyorsunuz. Bu durum; insanın hayata olan bakış açısı ile değişkenlik gösterebilir.

Çoğu kez aklımdan geçen bir düşünceyi paylaşmak istiyorum. Acı çekmek; birçok canlı türünde karşımıza çıkan bir duygudur. Bazen fiziksel, bazen de ruhsal anlamda bizi etkileyebiliyor. İnsanın kendi varlığının farkına varma süreci de acı çekme evresi ile paralellik göstermektedir. Acı çekmeye başladığınız anda (ruhsal olarak) vücudunuzun tepkileri, insanların size olan bakışları vb konularda değişkenlik gözlemliyorsunuz. Aslını isterseniz etrafınızda veya vücudunuzda herhangi bir değişkenlik olmuyor. Acıdan kıvrandığınız bu zamanda kendinizi ve sevdiklerinizi savunmak için ufak bir kalkan yapıyorsunuz. Aslında buna ufak bir dünya da diyebiliriz. Yaşadığımız evrenden tamamen ayrışmış bir dünya. Siz ve sevdikleriniz yaşıyor. Sadece onları görüyorsunuz veya sadece kendinizi. İşte böyle bir durumda kalem sizin elinizde oluyor. Her şeyi siz hazırlıyorsunuz. Acıları, sevgileri, umutları. Etrafınızdaki veya üzerinizdeki bütün değişiklikleri de gene siz hazırlıyorsunuz.

Daha önce de belirttiğim gibi; yarattığınız her şey sizin yaşadığınız dünyaya olan bakış açınıza göre şekilleniyor. Her şeyden nefret eden, insanlara değer vermeyen bir insanın aklında yarattıkları da aynı paralellikte şekilleniyor. İçinde fazla heyecan, karakter ve mekânın geçmediği ufak bütçeli kısa filmler gibi. İnsanların çok sevdiği birisi de olabilirsiniz. Yarattığınız dünya o kadar kalabalık ki kendinize zaman ayıramıyorsunuz. Kendi düşünceleriniz, hayalleriniz, kısacası aklınıza gelebilecek herhangi bir şeyi gönül rahatlığı ile yapamıyorsunuz. Hayatınız fazla kalabalık çünkü. O kadar kalabalık ki kafanızda yarattığınız o ufak ve savunmasız dünyada da insanlar kendilerine yer edinmişler. Filmin içerisine ne kadar karakter sokarsanız, kendi filminizde dâhi kadrajda yer edinmeniz bir o kadar zor olur.

Tedirginim evet. Hala da çözemediğim bazı konular var. Daha da kötüsü; çözdüğüme kesinlikle inandığım konular hakkında aslında hiçbir bilgimin olmaması. Her geçen dakika daha da kendiniz ile kavga etmeye başlıyorsunuz. Gözlerinizden akan uykuya inat sabahın ilk ışıklarına kadar düşünmeye, yeni fikirler üretmeye devam ediyorsunuz. Sabahın ilk ışıkları size yeni günü sunduğu zaman; aslında ne kadar saçma bir şey yaptığınızın farkına varıyorsunuz. Gökyüzü, güneş, insanlar. Aslında her şey aynı. Dün de sabahlara kadar oturup neden-sonuç ilişkisi içerisinde kafanızı paralamıştınız. Her geçen gün hayatınızda gereksiz gördüğünüz bazı şeyleri hayatınızın dışına atmanız gerekirken, onların içerisine daha da düşüyorsunuz. Kendi dünyanızdaki umutları, hayalleri kısacası size şuan sıra dışı gelen her şeyi sadece bir günlüğüne kenara bırakmayı hiç düşündünüz mü? Hayatınız aslında size neler getirdiğini ve daha da fenası sizden neler götürdüğünü hiç merak etmiyor musunuz? Yoksa hala kendi harikalar diyarınızda uzun soluklu hayallerin pençesinde güneşin ısıtan sıcaklığını karşılamaya devam mı edeceksiniz?

Hiç yorum yok: