12/12/2010

Gereksiz

Aslında kimseyi üzmek istememiştim. Kimsenin arkamdan ağlamasını, bana küfretmesini istememiştim. Vicdan azabı denilen talihsiz duyguyu yaşamak istememiştim. Zaten hangimiz isteriz ki?

Doğru ile yanlışın arasında geçen bir ömür. Varlığını kendisinden ziyade, başkalarına kabul ettirmeye çabalayan tek atımlık bir yürek. İşin sonunda da boşa geçen onca gün, hafta, ay. Belki de yıl. Geriye dönüp bakma isteği ancak her seferinde yaşanılan korkusuz korkak tripleri. İşin ucunda kendine olan saygı var elbette. Nasıl kendinize müsaade edebilirsiniz ki böyle bir anda? Nasıl kabullenebilirsiniz kaybetmeyi? İnsanlar sizin insan tarafınızı görünce neler düşünecekler hâlbuki?

İnsan her şeye rağmen kaybolmayı ne kadar çok seviyor. Gideceği yolların ne kadar kötü ve anlamsız yerlere çıkacağını bile bile devam ediyor yolculuğuna. Bazen ayağını sürterek ilerliyor bazen de koşa koşa. Zaman ve mekan kavramını kaybediyor bir anda. Sadece yolun akışına bırakıyor kendisini. Yere ufak ekmek kırıntıları bile atmaya üşeniyor “yolumu kolaylıkla bulurum” diye. Özgüven patlamasına maruz kalıyor, hayatı boyunca görmediği yollardan geçerken. Peki, ne uğruna kaybediyorsunuz hayatlarınızı? Gerçekten her şeye rağmen mutlu olmak yetiyor bu insana?

Neden gereksiz karalamalar yapıyoruz ki hayatlarımızda? Kendinizi aslında hiç olmadığınız bir karaktere büründürmek çok da zor olmasa gerek. İnsan doğasında vardır yalan söylemek. Söylediği yalanlar ile hayatını şekillendiren, güçlendiren. Bazen de her şeyi berbat eden. Gereksiz karalamalar yüzünden kendi hikayesini mahveden. Gereksiz karakterler yüzünden hikayesini çıkmaza sürükleyen. Nereye kadar sürebilir ki bu bahtsız bedevi tavırları. Kimi bekliyorsunuz ki; o zaman inanacaksınız hayatın, nefes almanın varlığına? Elinizden tutması gereken insanlar mı var zannediyorsunuz? Halen; aşıkların tren raylarının üzerinde can verdiklerini mi düşünüyorsunuz? Kendi gerçekliğinizde yaşamaktan bıkmadınız mı?

Kahvenin kokusunu tekrar almaya başlamıştı. Elleri ve ayakları dışarıdaki amansız fırtınaya rağmen titremiyordu. Düşünceleri hiç olmadığı kadar berraktı. Duvarında; çocukluğundan beridir var olan siyah noktalara bir kez daha gözü takıldı. Bu sefer hüzünlenmemişti. O noktaların varlıkları ilk defa huzur vermeye başlamıştı. Yavaş hareketler ile ayağa kalktı ve masasının üzerinde duran beyaz zarfı eline aldı. Siyah noktaların karşısına tekrar oturup zarfı tek seferde açtı. Kahvenin kokusu git gide uzaklaşmaya başlamıştı. Eski fotoğrafların arasında kaybolmak istemiyordu. Fotoğrafların arkasındaki kelimeler bile içindeki nefreti azaltmıyordu. Zarfın içindeki her fotoğraf gelecek için atacağını adımları azaltıyordu.
Gene vazgeçtim. Gene sıkıldım.

Hiç yorum yok: