11/05/2008

Loneliness Part.1

Osman adlı kişinin müthiş ısrarları üzerine tekrardan blog âlemine geri döndüm (yerseniz tabi). Elimden olmayan bazı sebeplerden ötürü yazmaya bir süreliğine ara vermiştim. Bendeki mallığa bakarsanız eğer; hem yazmaya ara ver hem de kimseye yaşadığın kötü şeyleri anlatma. Sonra içinde biriksin aynen geri dönersin buralara işte. Mallık bende güzelim.

En son yazımı 1 ay önce yazmışım. Her zaman olduğu gibi eskiden yazdıklarımı şimdi okuduğumda çok saçma geliyorlar. Şu anda olduğu gibi. Az çok yazı stilimi de kavramış oldum. Ne kadar kötümser olduğunu da hissetmedim değil hani. Herhalde içimden öyle yazmak geliyor. Mutlu mesut şeyler yaşıyorum elbette. Onları yazma gereği duymuyorum. Zaten bunları okuyan insanlarla yaşadım çünkü o güzel anları. Onların tekrardan okumalarına gerek yok zaten.

Neden “Loneliness” dedik merak etmişsinizdir elbette. Gerçekten öyle çünkü. En iyi dostum Finlandiya’ya gitti. Gidişin tek iyi tarafı buradakilerin ne olduğunu görmüş oldum. Hayatıma son 3 senedir “doğru düzgün” bir ilişki girmedi. Doğru düzgün tabirinin kıstasları nedir diye soracak olursanız gerçekten bilmiyorum. 3 sene önce ne yaşadığımı dahi hatırlamıyorum. Ya da yalan söylemek istemiyorum hatırlamak istemiyorum. Her şeyin harika olduğunu ve mükemmel gittiğini zannedersiniz de acı gerçek saplanır kalbinize. O hesap benimki de.

Aslında her şey seçimle alakalı değil mi? Yalnızlık da öyle olmalı. Yalnız kalmak dışarıdan bakınca ne kadar zevkli görünüyor ya da ne kadar da karizmatik bir mizaç kazandırıyor kişiye. Yalan dolan bunlar. Yalnızlık bir karardır. Kolay değil zor da değil. Bencillik ya da imaj kaygısı değil. Kişinin kendisiyle barışık olması ön koşul. Gerekli formları doldurduktan sonra köşeye çekilirsin ve beklersin. Neyi bekleyeceğin sana kalmış. Neden yalnızlığı seçtin diye sormadın mı kendine? Her şeye baştan başla o zaman. İşin ucunda kendini başkalarına karizmatik gösterme kaygısı var çünkü. Özünde iyi insan, dışarıya cool ve bir o kadar sert bünye. Yapmayın lütfen. Kime yapıyorsunuz bu tavırları?

Teknoloji hayatımıza girince onun da içine ettik hep beraber. MSN dediğimiz astral dünyada ne dolaplar döndürdük sırf karşımızdakini etkilemek için. Meşgulüm kalıbını kafamıza geçirip alt başlıklara da “acıdan kıvranıyorum ühü rahat bırakın beni” yazmadık mı? Madem rahat bırak diyorsun ne işin var buralarda? Git bir çay koy kendine uzan yatağına ya da çıkar kafanı pencereden 2 gram oksijen girsin beynine rahat düşünmen için. Fenalandım ayağına bir bira ya da şarap götür sana kalmış.

Winamp’in shuffle özelliğine uyuzum bu arada. Neyse başka bir konu bu. Bu yazıyı yazarak “bakın çok yalnızım bitkinim yorgunum” demek istemiyorum zaten şuraya kadar o mantıkla gittiğimi düşünen varsa yazının devamını okuyup da gözlerini ağrıtmasın boşuna. Gayet de mutluyum huzurluyum. Elimden geldiği kadar yaşamaya çalışıyorum. Rahatsızlıklarım var farkındayım ama bunlar etkileyecek boyutta değiller henüz. Arkadaşların derseniz dünya üzerinde korkmadığım tek mevzudur kendileri (saygılar). Korktuğum bir şey var aslında. Karşıma insanlar çıkıyor. Nasıl olduklarını beni ne derece adam yerine koyduklarını kestiremiyorum eskisi gibi. Eskiden tereddütsüzdüm. Nasıl geliyorsa içimden öyle yaşıyordum. Şimdi tereddüt had safhada. Canımdan can alıyor bu karamsarlık huzursuzluk. Her şey safken güzel. İlerleyince kafanızı kurcalayınca dağınıklaşıyor, düzensizleşiyor. İlk kez gördüğün şâhısa duyduğun her şey ilerleyince karmaşaya dönüyor. Bunun adı nedir bilmiyorum. Birisini ilk defa gördüğünde ve aşırı derece etkilendiğinde onu ikinci defa görme şansın olmuyor. O zaman şansı yaratacaksın. Kafandaki karamsarlıktan kurtulacaksın bırak dağınık kalsın her şey. Dış dünya ile ilişkilerini toparladıktan sonra içindeki karmaşayı elbette düzeltirsin. Bu yüzden yalnız kalmıyor musun zaten? Kendine bu imkânı sağlıyorsun zaten.

İlk bölümü böylece bitirebiliriz herhalde. Bugün yazdıklarım kimseye ait değil. Pay çıkartabilirsiniz elbette ki. Şuna laf sokarım buna olan düşüncelerimi melankolik anlatırım gibi varsayımlarla kurulu bir beyin fırtınası gerçekleştirmedim emin olun. İçimden gelenleri yazdım. Her zamanki gibi.

Hiç yorum yok: